Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Her Şeye Yetişilir..."

 Bebekli hayata geçişle birlikte yaşamımızda değişen çok şey oldu, oluyor elbette... Evin içinde sürekli bir şeylere yetişmeye çalışırken buluyorum kendimi. Annemin olmadığı günlerde deneyler yapıyorum; Leyla kaç saat uyuyor, o uyurken ben neleri yapabiliyorum, biraz daha hızlanıp yapabildiklerimi çoğaltmak mümkün mü, ne kadar uyanık kalabiliyor, uyanıkken geçirdiğimiz zamanın kalitesini nasıl arttırabilirim vb.   Derdim her şeyi dört dörtlük yapabilmek değil, rahatsız edici boyutta tertip-düzen takıntısı bir insan da değilim; beni korkutan yapabileceklerimin birikip bir müddet sonra daha da sıkıcı ve bunaltıcı olma ihtimali. Sonra birden düşünmeye başladım; evi iki yetişkin, bir bebek paylaşıyorduk artık, sanırım "anne"lik ve toplumun dayattığı cinsiyetçi yapıyla iş yüküm artmıştı. Peki diğer yetişkin "baba"ya ne oluyordu... Ve çakralarım yavaş yavaş açılmaya başlıyordu; ommm!!  İş buyurmak, emretmek hiç başvurmadığım, hiç hoş karşılamadığım bir yöntem (e

38, 39, 40!! Kırklandııııı(k)!

 -Hele bir 40'ı çıksın, nasıl rahatlayacaksınız...  -Eskilerin var bir bildiği, 40'ını bekle sen...  -Az kalmış bak, 40 oldu mu "oh be" diyeceksin...  -Aaa 40 deyip geçme kızım, göreceksin...  ...  Allah'ım neler neler çalındı kulağıma; kaç gündür heyecanla bekledim bugünü...  Kırk gündür çok değişik günler yaşıyoruz; her gün, ardından gelecek günün heyecanı, geride bırakılan anların tuhaf hüznüyle bitiyordu. Leyla bir daha bu kadar minik olmayacaktı, acemilik, şaşkınlıkla bezenmiş anne-baba hallerimiz hiçbir zaman bizi bu kadar güldürmeyecekti belki de, az zamanda bu kadar "ilk" yaşamayacağız ya da...  Dr. Harvey Karp'ın 4. trimester teorisiyle tanıştık; teoriye göre bebekler 3 ay erken doğuyorlar, bu nedenledir ki dünyaya uyum sağlarken oldukça zorlanıyorlar veee bu yüzden de bu 3 ay ağlıyorlar da ağlıyorlar... Güzelce emdi, karnı doydu, gazını çıkardı(k), altı temizlendi, genel görünümü iyi, ateşi yok, parmaklarına dolanan kı

Bütün Ümidim Leyla'dadır

 Bir başından, bir sonundan, bir ortasından yazdım bu yazıyı... Giriş-gelişme-sonuç aramak doğru değil; her satır bölük pörçük, kırık dökük...  Duygu gündemimin daha da kısa aralıklarla güncellendiği günlerden bildiriyorum.  Korkularımın olmadığı bir ben hatırlamıyorum hiç; kendimi bildim bileli yaşadığım güzel anların tadını bile çıkaramadığımı düşünüyorum bu yüzden. Tastamam mutlulukları, ardısıra gelecek acıların ön tesellisi gibi düşünürüm hep. Her kehanet kendini gerçekleştirmiyor ama içimde işleyen bu döngüye de ne yapsam engel olamıyorum.  Yıllar geçtikçe korku dünyam pek bir çeşitlenip renklenir oldu.  Doğum öncesi ve sonrasında uyku kalitesinin değişime uğraması, hormonların da etkisiyle kabuslar da görülüyor. Televizyonu çoğunlukla açmamayı tercih ediyorum. Güzel olmayan her şey onun içinde; hele de şu son zamanlarda... Kan ter içinde uyandığımda gördüğüm kabus muydu son dakika haberi miydi diye de vallahi düşünüyorum bazen... Bir de televizyon karşısında sızı

Mazeretim Var Lohusayım Ben!

  Kucağında bebenle eve gelince, elin eskaza mayalı hamur kıvamındaki karnına değince, bir yandan doğumdan kalan yaralar-dikişler-kanamalar acıtırken canını, melul gözlerle sana bakan bir eş ve bir de bebek eklenince üstüne; işte başlıyoor PARTİ ZAMANI! Bir silkeleniyor tabii insan; o yarım akıl halle ne kadar olursa o kadar...   Ben bu süreci birçok kişiye göre kolay atlattım sanırım; annem olmasa ne yapardım bilmiyorum...    Günler benim için birbirini takip eden işleri sırasıyla yapmakla geçiyordu; emzir-gazını çıkar-uyut-altını al-emzir... Bunlar haricindeki "wc-yemek-uyku-banyo" vb. lükse giren temel ihtiyaçlarım iki emzirme arasında gideriliyordu. Tabii işler her zaman planladığımız gibi olmayabiliyordu; bir bakmışsın omzumda, yatağına koyunca uyanıp ağlamaya başlayan bebeğimle mutfakta havuç rendeliyorum... Bu gerçekle yüzleşip onunla barışık olmak önce anneyi dolayısıyla da bebeği kurtarıyor aslında. Bunu farkettiğimde kendimi "bebekli ev"in akışına bı