Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

-1-

  Ah Leyla! Hayatıma ruhunu getireli,paletime tonundan bi'haber olduğum çeşit çeşit renkleri katalı bir yıl, koca bir yıl olmuş ha! Geçerken yavaş gibi ama buradan bakınca da ne hızlıymış dedirtiyor insana...   Doğduğun güne ait her an, aynı tazelikte koruyor yerini. Taze anneye, kucağına bebeği verilir verilmez, doğum sonrası ilk muayene sonuçlarını anlatıyordu bir doktor: -Kalbinde delik var, çocuk kalp doktoruna muayene olması gerek; gidebileceğiniz isimler bu kağıtta yazıyor... -Sol ayağında içe doğru bir eğrilik söz konusu; düzelmeyebilir, takip edilmesi gerek... -Sarılık değerinin yüksekliği beyne zarar verebilir; kontrol altında tutulmalı...   Bir süre sonra farklı bir gezegene yerleşmiş, frekans ayarlarım bozulmuş, söylenilenleri farklı sinyallerle eşleştirmeye çalışıyordum... Anneliğin yükledikleri ve yükleyeceklerinden gözüm korkmuştu belli ki, daha ilk günden.   Uzun zaman artık pijamalarla yapışık yaşayacağımı düşündüm, hayatım

"Uyu Demeye Geldim!"

  Ev-veeet; işte bizim uyku hikayemiz!   Leyla doğduğu günden beri gece uykularında çoğunlukla koyun koyunayız. Şimdilik bu durum hiçbirimizi rahat etmiyor, hatta ben son derece mutlu olduğumu söyleyebilirim ki mutluyum!   Uyku eğitimi ile ilgili yazılıp-çizilenleri şöyle gözümün ucuyla taradım dersem yalan olmaz, pek de niyetli değilmişim aslına bakarsan... Elbette her anne ve bebeğin dinamikleri farklıdır; Leyla yanımızda uyurken analı kızlı kesintisiz, kaliteli, mis gibi uykumuz oluyor. Bunun da sonu gelecek tabii ama biraz kalalım böyle; ne yapalım, öyle istiyoruz!   Birkaç kere benim de denemişliğim var; "sana bugün yatakta yalnız nasıl uyunur, öğreteceğim bebeğim!" Boyu kendi kadar, sevimli bir kuzucuğu uyku arkadaşı yaptık, yaptık diyorum çünkü bu kuzunun Leyla'nın uykusunda yeri yoktu, o yalnızca uyanık ve neşeliyken oynamak içindi; onun bildiği uyku arkadaşı, gece beslenmesinin tek kaynağı bendim! Sırtına pışpışlamalar, ninni söylemeler, kaldır-yatır

Şeker Gibi Bayram-1

 Diş çıkarma krizleriydi, atak haftalarıydı, bayramdı, seyrandı derken yine boş kaldı buralar... Neyse ki zihnim yerli yerinde; yazılacak olan her şey nizami şekilde sıranın kendisine gelmesini bekliyor.    Kadir'le henüz birbirimizden haberimizin dahi olmadığı zamanlara ait tuhaf tesadüflerle çevrili bir hikayemiz var aslında. Hayat bize, birkaç kere üç birlik kuralına (yer-zaman-mekan birliği) tam da uygun şekilde sahneler yazmış, roller biçmiş ve fakat yıllar geçmiş biz birbirimizi bulana kadar... Kadir'in abisi de hikayemizin gizli öznelerinden biri aslında :)) Kadir'den önce Gökhan abiyi tanıyordum, birlikte tiyatro yaptık, aynı oyunlarda oynadık; hatta oynadığımız, bir sahnesinde benim de seyircilerin arasına karıştığım, çocukların üzerimdeki kuzu kostümünün her bir parçasını dilediği gibi didikleyip çekiştirdiği çocuk oyununa Kadirgiller aile boyu gelmiş, karşılarına çıktığım ilk ana bakar mısın; resmen kuzuyum ya kuzu! Bu sonradan öğrendiğimiz tuhaf karş

"Babalar" ve Babalar

  Ortalık yerde "baaabaa" dememeyi, bazı anlarda babamla yakın temasta bulunup sarılıp kucaklaşıp sevgi pıtırcığı olmamayı,"baba"yla ilgili tüm şeylerin kimi durumlarda dilsiz olması gerektiğini öğrenmem ilkokul yıllarıma denk geliyor.   İlk sıra arkadaşımdı; saçlarımı iki kuyruk yapmıştı annem, onun iki örgüsü ise bir yol gibi uzanıp düşüvermişti omuzlarına. Öğrendik ki sonra, Büşra minicikken kaybetmişti babasını. Annem sık sık tembihlerdi; Büşra'nın yanında; "baba" demek yoktu, babam ve ben tüm detaylara dikkat etmeliydik... Büşra'nın çocuk kalbinde yaşayan acısını bilememek yine de kenarından köşesinden o günkü aklımla yarasını sarmaya çalışmak öylece sürdü ilkokul ve ortaokul yıllarımda.      Zamanla hayatımda babasını kaybeden çocuklara hep yenileri eklendi; her seferinde daha çok sarıldım babama, yüzündeki tüm detayları kaydetmeye çalıştım, bazen gözlerimi kapatıp sesini dinledim sessizlikte. Büşra ile ilk kez deneyimlediğimiz kura

"Biz" Dili

  Uzun zaman oldu yaz(a)mayalı. O kadar çok şey bekliyor ki kafamın içinde yazılmayı bekleyen. Zaman geçtikçe birbirlerini sıkıştırıp zarar verecekler endişesiyle, küçük notlarla geçiştirmeye çalışıyorum ama çok işe yaradığını düşünmüyorum. Yazmayınca doluyorum, doldukça bir ağırlık basıyor; itiş kakış zihnim içinde fırsat kolluyorum elime kalem kağıt almak için. Bu da öyle bir yazı; ne zamandır ekliyorum, çıkartıyorum kendi kendime; henüz tam layığını buldu mu bilmiyorum. Yine de çok beklemeden dökülsün satırlara dedim, aldım sazı elime.   Yakın zamanda kendimde keşfettiğim bir şey bu; 1. tekil kişiye ait eklerden bilinçsizce uzak duruyor(muş)um. Yakınımda, civarımda, sağımda, solumda rastladığım insanların " benim ev, benim araba, benim çocuk, benim hanım, benim koca, benim MUTFAK, benim BANYO(!), benim sokak vb." tamlamalarıyla bezenmiş cümlelerini duyduğumda bu konuyla ilgili farkındalığım su yüzüne çıkmış oldu.   Geçenlerde Kadir'le olan birlik

"Konservatuarlı"

  Duyduk ki Hasan TANILMIŞ bir uğraşı içindeymiş; kitap çıkarma hazırlıkları sarmış dört bir yanını... Biz de hemen müdahil olduk konuya tabii, eksik kalmadık.    Çocukluk ve gençlik yıllarında güzel anılar paylaştığın arkadaşların, dostların tadı sonradan pek bulunmuyor; o zamanın safiyane hali, onlarla olduğun her an yeniden gelip alıveriyor seni içine. Hayat koşturması içinde iki arada bir derede bulursak birbirimizi, yine aynı şeylere gözlerimizden yaşlar akana kadar gülüyoruz, yine aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere sinirleniyoruz... Tamam diyoruz, bakıyoruz "temcit pilavı gibi"ye gidiyor iş, bahsetmeyelim artık yakışıyor mu hiç bize dedikodu yapmak diyoruz ama sonra yine yeni yeniden... Bu paragrafa tanıdık olanlar yorum bıraksınlar lütfen :))   Hasan'la sohbetimizde tüm bu detaylara takılmamaya çalıştık; yine çok güldük, çok eğlendik... Sanat, sanatçı söz konusu madem; paylaşsak ya dedik.    Keyifli okumalar efendim... İrem:Hasan, biz

Gezelim, Söyleşelim!

  Leyla'lı günler zamanla daha da keyifli olmaya başladı. Geçenlerde ilk kez kahkaha attı mesela; bütün duyularımızla devamını bekledik, üç dört kez geldi üst üste. İnsanın bu anlarda hissettiği tüm duyguları koruyup saklayabileceği bir sandık olmalı, gün gelip açmalı onu, yaşamalı yeniden; ne başkaymış, ne güzelmiş...   Kış bebeği olması düşündürüyordu beni; soğuktan koruyabilecek miyiz, aman hasta olmasın, ateşini çıkarmayalım, üşütmeyelim... Bir yandan da rahat bir ebeveyn olmanın yollarını arıyordum; biz ne kadar rahat olabilirsek onun da bunu hissedip daha sakin olabileceği düşüncesiyle hareket etmeye çalışıyordum. Gerçekten bazı günler deneyimliyorum; çocuk bize bizle geliyor cidden. Bu bebeler var ya bu bebeler her şeyi anlıyorlar; anlamıyorlarsa ben de İrem değilim! :)   Bir süre evdeydik, rutin kontroller için çıkıyorduk sadece evden; aldığımız havayla idare ediyorduk artık:) Domestik sayılabilecek türden bir insanım; evde hiç sıkılmam, en çok mutlu olduğum

Neydik, Ne Olacaklar?

  Cumartesi gecesi uzun zamandır ilk defa televizyonda izlemeye değer bir programa rast geldim. CNN'de Deniz Bayramoğlu'nun Gündem Özel programında birbirinden güzel konuklarla çocuklar, öğretmenler, anne-babalar, eğitim, teknoloji, beslenme üzerine pek çok şey konuşuldu. Böyle oturumlara denk geldiğimde üniversitede geçirdiğim 4 yılı (+2 de yüksek lisans diyelim) hatırlarım hep, 3 saat boyunca pür dikkat izlenilen bu programda neler yoktu ki... Aldığımız tüm pedagoji derslerinin özeti gibiydi adeta; örnekler yerinde ve can alıcı, yaşamla iç içe, esprilerle bezeli akıcı üslup da cabası. İyi geliyor böyleleri insana.   Zaman değişiyor... Değişimin böylesine hızlı oluşu zaman zaman hangimizi korkutmuyor ki... Dört bir yanımızı saran sosyal ağlarla yaşamak bizi de değiştiriyor ve evrimleşiyorsak ya da tüm bu sanal dünyadan yalıtıyorsak kendimizi; ikisi de kendi tercihimiz nihayetinde. Hangisi doğru bilmiyorum ama benim de bu değişimle ilgili ciddi çekincelerim ve soru işaret

Annem ve Kızım :)

  İş hayatına döneceğim günleri gergin bir şekilde bekler oldum ne yazık ki... Saatler 12'yi vuracak ve Pamuk Prenses Külkedisi'ne dönüşecek...   Çalışan bir  annenin çocuğuyum; güzel annem ben kırk günlükken işe başlamak zorunda kalmış, şanslıyım ki yaban ellere kalmadan babaannemin ellerine konuvermişim. Çocukluğumda eksikliğini hissettiğim hiçbir şey yaşamadım; etrafım sevgi çemberiyle sarılmış gibiydi ama hiçbir şey annemin yerini tutmuyordu tabii ki. El kadar bebek halimle annemin geleceği saati bilip kapının girişinde onu karşılamak üzere hazır olurmuşum; karşımda görür görmez attığım sevinç çığlıkları da o zamanlar çıkardığım en güzel seslermiş. Onunla geçirdiğim her an oldukça kıymetliydi, misafir ağırladığımız akşamlar annemle baş başa kalmanın yollarını arayıp duruyordum; uykum var bahanesiyle kolundan tutup, onu birlikte uyumaya ikna etmek en çok başvurduğum yöntemdi. Onca işin arasında bize özel zamanlar hep vardı, şimdi de öyle... Annelerin "ayağa dolanı

Büyüme mi Atak mı?!

  Gün geçmiyor ki annelik kariyerimde her geçen gün yeni bir bilgiye daha rast gelmeyeyim... Bu kadar kısa zamanda bunca bilgi yüklemesi, üniversite yıllarımın sınav haftalarında kaldı sanıyordum; yanılmışım...    Y kuşağı anne olmak zor dostum zor... Zaman çok çabuk değişiyor; yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen internette yığınla "bilgi"ye maruz kalıyorsun, çocukta gözlemlediğin rutin dışı minicik bir durumu öylece es geçemiyor, oradan buradan okuyup birleştirdiklerinle kendi kendine doktorculuk oynuyor, teşhisi koyuyor hemen tedaviye alıyorsun, "bakalım bu haftamızda gelişim hanemize neler eklenecek" merakıyla bin bir takla atıyorsun, yahu sabret işte her şeyin bir zamanı var!   Anneliğin zaman içinde getirdiği çok komik haller de var tabii. Leyla'dan önce gözlemlediğim bu komiklikler bende de kendini belli etmeye başlıyor yavaş yavaş; bunun farkında oluyor olmam tek tesellim :) Benim en çok güldüğüm özne ve nesnesi birinci çoğul şahıs ol

"Her Şeye Yetişilir..."

 Bebekli hayata geçişle birlikte yaşamımızda değişen çok şey oldu, oluyor elbette... Evin içinde sürekli bir şeylere yetişmeye çalışırken buluyorum kendimi. Annemin olmadığı günlerde deneyler yapıyorum; Leyla kaç saat uyuyor, o uyurken ben neleri yapabiliyorum, biraz daha hızlanıp yapabildiklerimi çoğaltmak mümkün mü, ne kadar uyanık kalabiliyor, uyanıkken geçirdiğimiz zamanın kalitesini nasıl arttırabilirim vb.   Derdim her şeyi dört dörtlük yapabilmek değil, rahatsız edici boyutta tertip-düzen takıntısı bir insan da değilim; beni korkutan yapabileceklerimin birikip bir müddet sonra daha da sıkıcı ve bunaltıcı olma ihtimali. Sonra birden düşünmeye başladım; evi iki yetişkin, bir bebek paylaşıyorduk artık, sanırım "anne"lik ve toplumun dayattığı cinsiyetçi yapıyla iş yüküm artmıştı. Peki diğer yetişkin "baba"ya ne oluyordu... Ve çakralarım yavaş yavaş açılmaya başlıyordu; ommm!!  İş buyurmak, emretmek hiç başvurmadığım, hiç hoş karşılamadığım bir yöntem (e

38, 39, 40!! Kırklandııııı(k)!

 -Hele bir 40'ı çıksın, nasıl rahatlayacaksınız...  -Eskilerin var bir bildiği, 40'ını bekle sen...  -Az kalmış bak, 40 oldu mu "oh be" diyeceksin...  -Aaa 40 deyip geçme kızım, göreceksin...  ...  Allah'ım neler neler çalındı kulağıma; kaç gündür heyecanla bekledim bugünü...  Kırk gündür çok değişik günler yaşıyoruz; her gün, ardından gelecek günün heyecanı, geride bırakılan anların tuhaf hüznüyle bitiyordu. Leyla bir daha bu kadar minik olmayacaktı, acemilik, şaşkınlıkla bezenmiş anne-baba hallerimiz hiçbir zaman bizi bu kadar güldürmeyecekti belki de, az zamanda bu kadar "ilk" yaşamayacağız ya da...  Dr. Harvey Karp'ın 4. trimester teorisiyle tanıştık; teoriye göre bebekler 3 ay erken doğuyorlar, bu nedenledir ki dünyaya uyum sağlarken oldukça zorlanıyorlar veee bu yüzden de bu 3 ay ağlıyorlar da ağlıyorlar... Güzelce emdi, karnı doydu, gazını çıkardı(k), altı temizlendi, genel görünümü iyi, ateşi yok, parmaklarına dolanan kı

Bütün Ümidim Leyla'dadır

 Bir başından, bir sonundan, bir ortasından yazdım bu yazıyı... Giriş-gelişme-sonuç aramak doğru değil; her satır bölük pörçük, kırık dökük...  Duygu gündemimin daha da kısa aralıklarla güncellendiği günlerden bildiriyorum.  Korkularımın olmadığı bir ben hatırlamıyorum hiç; kendimi bildim bileli yaşadığım güzel anların tadını bile çıkaramadığımı düşünüyorum bu yüzden. Tastamam mutlulukları, ardısıra gelecek acıların ön tesellisi gibi düşünürüm hep. Her kehanet kendini gerçekleştirmiyor ama içimde işleyen bu döngüye de ne yapsam engel olamıyorum.  Yıllar geçtikçe korku dünyam pek bir çeşitlenip renklenir oldu.  Doğum öncesi ve sonrasında uyku kalitesinin değişime uğraması, hormonların da etkisiyle kabuslar da görülüyor. Televizyonu çoğunlukla açmamayı tercih ediyorum. Güzel olmayan her şey onun içinde; hele de şu son zamanlarda... Kan ter içinde uyandığımda gördüğüm kabus muydu son dakika haberi miydi diye de vallahi düşünüyorum bazen... Bir de televizyon karşısında sızı

Mazeretim Var Lohusayım Ben!

  Kucağında bebenle eve gelince, elin eskaza mayalı hamur kıvamındaki karnına değince, bir yandan doğumdan kalan yaralar-dikişler-kanamalar acıtırken canını, melul gözlerle sana bakan bir eş ve bir de bebek eklenince üstüne; işte başlıyoor PARTİ ZAMANI! Bir silkeleniyor tabii insan; o yarım akıl halle ne kadar olursa o kadar...   Ben bu süreci birçok kişiye göre kolay atlattım sanırım; annem olmasa ne yapardım bilmiyorum...    Günler benim için birbirini takip eden işleri sırasıyla yapmakla geçiyordu; emzir-gazını çıkar-uyut-altını al-emzir... Bunlar haricindeki "wc-yemek-uyku-banyo" vb. lükse giren temel ihtiyaçlarım iki emzirme arasında gideriliyordu. Tabii işler her zaman planladığımız gibi olmayabiliyordu; bir bakmışsın omzumda, yatağına koyunca uyanıp ağlamaya başlayan bebeğimle mutfakta havuç rendeliyorum... Bu gerçekle yüzleşip onunla barışık olmak önce anneyi dolayısıyla da bebeği kurtarıyor aslında. Bunu farkettiğimde kendimi "bebekli ev"in akışına bı